Sena, toplumun kadına bakış açısının bir kurbanı olmanın ötesinde bir öyküyü anlatıyor. Kendi hikayesinden yola çıkarak, çok daha büyük bir sorun olan kadın cinayetleri ve cinsiyet temelli şiddet konularına dikkat çekmek istiyor. Geçtiğimiz günlerde yaşadığı olayın ardından, herkesin dilinde dolaşan ‘kadın cinayeti’ etiketini reddederek, bu durumun adalet arayışında nasıl bir engel oluşturduğunu vurguluyor. Sena, yaşadığı travmanın yanında, diğer kadınlar için de ses olup bu toplumda değişime katkıda bulunma çabasına girmiş durumda. Bu yazıda Sena’nın cesur itiraflarıyla birlikte, cinsiyet temelli şiddetin toplumsal boyutlarını ele aldık.
Birçok kadın gibi Sena da, hayatının bir döneminde bir erkeğin şiddetiyle yüzleşmek zorunda kalmış. Ancak onun hikayesi, sadece fiziksel bir saldırı hikayesi değil, aynı zamanda kendine bir kimlik yaratma mücadelesi. Sena olayın ardından, toplumda ‘kurban’ olarak anılmak istemediğini, diğer kadınları temsil etmek ve onların da seslerini duyurmak için bir figür olma arzusunu ifade ediyor. Bu durum, sadece onu değil, benzer hikaye yaşayan herkes için bir uyanış vesile olmayı amaçlıyor.
Sena’nın bu durumu, cinsiyet temelli önyargının toplum üzerinde yarattığı derin izlerin bir yansıması. Geleneksel normlar ve yanlış anlamalar, kadınların yaşadığı şiddeti ve cinayetleri yalnızca ‘eski bir hikaye’ gibi ele alıp geçtiği bir ortamda, Sena’nın haklı tepkisi oldukça düşündürücü. Onun “kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” şeklindeki ifadeleri, sadece bir bireyin değil, binlerce kadının sesi haline geliyor. Sena, sesiyle birlikte cinsiyet eşitsizliği, kadın hakları ve kadına karşı şiddeti gündeme getiren birçok tartışmaya da zemin hazırlıyor.
Sena’nın hikayesi, sadece bireysel bir acı değil; toplumun geneline yayılmış bir sorun ve yanlış anlamaların doğurduğu sonuçların bir yansıması. Kadın cinayeti haberlerinin genelde tek taraflı olarak verildiği, kadının kimliğinin cinayetle birlikte yok sayıldığı bir sistemde, Sena gibi kadınların sesini yükseltmesi son derece önemli. Çünkü her kadın kendi hikayesinin kahramanı olarak adlandırılmayı, cinayet kurbanı olarak anılmayı değil, hayatlarıyla bir şey katmayı hak ediyor.
Sena’nın ağzından dökülen kelimeler, pek çok kadının kalbine dokunuyor ve bu gibi durumlarda kadınların dayanışmasını sağlıyor. “Bir kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” derken aslında farklı bir empati oluşturuyor. Artık sadece kurban değil, cesur ve dirençli bir kez daha hayata tutunan bir birey olarak damga vurmak istiyor. Onun bu durumu savunmak için ortaya koyduğu çaba, diğer kadınların da benzer tecrübelerle birleştiği bir harekete dönüşebilir.
Sena’nın cesaretiyle birlikte, biz de bu cinsiyet temelli şiddet konusunda farkındalık yaratmalıyız. Onun hikayesini duyurmak, benzer durumlardaki diğer kadınlara güç vermek anlamına geliyor. Bu nedenle, yalnızca bir bireyin değil, bütün bir toplumun bu meseleyi ciddiye alması büyük önem taşıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin, sadece kadınların değil, erkeklerin de dahil olması gereken ortak bir sorumluluk ve farkındalık gerektirdiği aşikar.
Sonuç olarak, Sena’nın yaşadığı ağır deneyimden yola çıkarak cinsiyet temelli şiddete hayır demek, sadece bir çağrıyı değil; bir bilinçlenmeyi de beraberinde getiriyor. Çünkü her kadın, kendi hikayesiyle anılmak adına cesareti bulmalı ve korkusuzca sesini yükseltmelidir. Sena’nın yaşadığı olay, belki de toplumsal bir devrime yol açacak bir kıvılcım olabilir ve bu hikaye, tüm dünya kadınları için bir umut ışığı olarak kalacaktır.